1982 Yazı, Kayseri

1982 Yazı, Kayseri
10 Şubat 2024 - 17:43

1982 Yazı, Kayseri
Toz toprak içindeki sokaklarda soluk soluğa koşan Mehmet, terli alnını gömleğinin koluna siliverdi, ter gözlerine kadar akmış, gözleri yanmıştı. 
Bir zamanlar buralarda arkadaşları ile hiç yorulmadan koştuğunu, sabahtan akşama kadar acıktıkları bile hatırlarına gelmeden oynadıklarını hatırladı, şu aşağıdaki boşlukta sabahtan akşama kadar yukarı mahallenin çocukları ile maç yaparlardı, topu getiren kaptan olur takımı o dizerdi. 
Dik bayırdaki bahçeler, bağlar çocukların ellerinden ne çekerdi. Kaysılar çiçekten meyveye döner dönmez çağla iken koparıp koparıp yerlerdi.
Gözlerini yanarak, soluk soluğa koştuğu sokakta anıları da zihninden koşarak gün yüzüne çıkmıştı. Talas’ta en eski sokaklarından biri olan Bağ Yolu'nun başına varmıştı. Duvarların kuzeyleri yosun tutmuştu. Taş duvarlar ve sokaklar hariç   Mehmet’i tanıyan hiç kimse kalmamıştı buralarda. Sanki duvarların yontma taşları Mehmet’e hoş geldin diyordu. Zamanın izlerini taşıyor herkesi eski bir tanıdık gibi karşılıyordu yollar, taşlar, duvarlar. Mehmet'in aradığı yer ise 21. taşın yanındaki, gizemli bir sırrı saklayan iki taşın arasındaki kovuktu. 
Mehmet’in kalbi heyecandan mı çarpıyordu, sıkıştığından ne yapacağını bilemeyen bir kuş gibi mi çırpınıyordu bilemedi? İçinde cayır cayır yanan kalbi miydi, yoksa tüm benliği miydi? anlayamadı.  Bu sokağa, bağ yoluna, her sene ama her sene Kayseri’ye geldiğinde uğrayacaktı. Uğrayamamıştı. Kayseri’ye bile gelememişti. Ailesi İstanbul'a taşınmak zorunda kalmıştı, İstanbul’da planlanan hiçbir şey istedikleri gibi gitmemişti. Mehmet'in kalbi her zaman bu sokaktan nefes alacağı o günü beklerdi.
Zerrin, Mehmet'in komşusunun kızıydı iki aile birbirini sevmezdi. Öyle olsa bile ikisi de ilk bakışta birbirlerine âşık olmuştu. Birlikte sokaklarda koşmuş, oyunlar oynamış gözden ırak yerlere varıp hayaller kurmuşlardı.
Ayrılık vakti geldiğinde, Mehmet ve Zerrin bağ yoluna giden bu taş duvarlı sokağı haberleşme noktaları olarak seçmişlerdi. Her sene bu bağ yolunun sokağına gelip, kimsenin sırrını kimseye vermemiş bu duvarlara güvenip, baştan 21 inci taşın yanında buldukları kovuğa birbirlerine yazdıkları mektupları bırakacaklarına söz vermişlerdi.
Mehmet, titreyen elleriyle iki büyük kaya gibi taşın arasındaki o ince uzun taşı yerinden çıkardı, elini ince bir kama gibi yapıp taşların arasına soktu, parmaklarının uçları ile baktı. Yüreği göğsünden fırlayacakmış gibi atıyordu. Mektubun orada olup olmadığını göremiyordu. Tam umudunu kaybetmek üzereyken parmaklarının ucunda bir kâğıt hissetti.

Mektubu heyecanla açtı ve okumaya başladı:
Sevgili M.
Sözleştiğimiz gibi ben buradayım. Seninkini henüz bulamadım. Her sene buraya gelip birbirimize mektuplar bırakacağımıza söz vermiştik, unutma. Biliyorum, aramızda kilometreler var ve belki birbirimizi artık hiç görmeyeceğiz. Olsun, ben gene de sana yazmaya devam edeceğim. Bu mektuplar sayesinde birbirimizden haberimiz olur.
Seni çok özlüyorum. Her gün seni düşünüyorum, İstanbul nasıl bir yer? Orada işleriniz nasıl. İstanbul’u görünce belki bir daha Talas’a dönmek istemezsin. Belki bir gün biz de İstanbul’a taşınırız. Gerçek olamayacak kadar güzel bir hayal.
Senin yazdıklarını okumayı sabırsızlıkla bekliyorum. Bana nerede olduğunu, ne yaptığını ve nasıl olduğunu yaz. Sen yazsan da yazmasan da ben hep mektubunu bekleyeceğim.
Sevgilerimle,
Z.
Zerrin mektubu yazmak için bir hafta uğraşmıştı hem gizli gizli yazmak zorundaydı hem taşların arasındaki kovuğa bırakacağı için küçük bir kâğıda yazmak zorundaydı, mektup kısa olmalıydı. Zerrin mektubunu bırakacak ve bu senenin içinde Mehmet’in mektubunu da kendisi alacaktı. Çok heyecanlıydı. Eskilerin hikayelerinden dinlemişti. Aşıklar birbirlerine mektup yazdıklarında, uçlarını yakarlarmış, Zeynep  kendi mektubunun ucunu yaksa mı, yakmasa mı çok düşündü. Kendi kendine bu mektubun ucunu yakmayayım, Mehmet mektubunun ucunu yakarsa bende bir dahakinde yakarım diye düşündü. Sabah evden çıkıp okula gitmeden önce buraya arkasını kontrol ede ede geldi, bir gören olurda mektubumu alır mı diye hem endişelendi hem heyecanlandı, hafif hafif esen rüzgarın salladığı yaprakların arasında dans eden serçelerden başka kimsenin olmadığından emin olunca mektubunu anlaştıkları yere bir çırpıda yerleştirip, çıkardığı uzun ince taşı da yerine kapatıp oradan hemencecik uzaklaşıverdi.
Zerrin, mektubu oraya bıraktığında, sanki Mehmet  anında mektubunu almış ta okumuş gibi hissetti, omuzlarındaki ağır yük kalkmıştı.
Mehmet'in gözünden yaşlar süzüldü, yanakları ıslandı, nefesi tıkandı. Zerrin de onu özlemişti ,hala seviyordu.
Mektubu Zerrin’in ellerini koklar gibi kokladı, saçlarına dokunur gibi Zerrin’in harflerine dokundu.
Mektubu katlamadan önce bir kez daha okudu, bir kez daha okudu, bir kez daha okudu, kaç kez okudu bilemedi, sanki biraz sonra biri gelip o mektubu  elinden alacakmış gibi kıskanarak, her harfini her hecesini her kelimesini kalbine kazıyarak tekrar tekrar okudu. Mektubu katlayıp cebine yerleştirirken, elini kovuğun biraz alt yanına uzattı. Oradan ikinci mektubu almak istedi. Evet, ikinci mektup da parmaklarının ucuna değiyordu.
Zerrin ikinci mektubu yazdığında ortaokul ikinci sınıfa gidiyordu. 
Ah Mehmet dedi kendi kendine Ah Mehmet…Kayseri'nin güneşi ağaçların yapraklarını sarartmaya, duvar kenarlarından çıkan dikenleri kurutmaya başlamıştı, içini ısıtan güneş mi, Zerrin’in mektubu mu bilemedi, ikinci mektubun sevinci bağ yolundan sanki tüm dünyaya yayıyor içindeki umudu an be an daha da büyütüyordu.
İkinci Mektup:
Sevgili M,
Söz verdiğimiz gibi, bu mektubu da buraya bırakıyorum. Taş duvarlar şahit seni çok seviyorum, senin mektubunu bulamadım. Ya bana mektup yazamadın ya da Kayseri’ye gelemedin. Olsun buraya her yıl geleceğimize ve birbirimize mektuplar yazarak sevgimizi canlı tutacağımıza söz vermiştik. Ben öyle hatırlıyorum, ama sen hiçbir şey hatırlamıyor gibisin.  Biliyorum, aramızda kilometreler var ve birbirimizi görmemiz imkânsız. Bu mektuplar sayesinde birbirimizi yakın hissedeceğimize inanıyorum.
Seni elimde olmadan çok özlüyorum, M. Her gün kendimi yenemeyerek seni düşünüyorum ve bazı gecelerde rüyamda seni görüyorum. Gözlerinin önünde olduğumu ve ellerini tuttuğumu hayal ediyorum. Uyanınca, gerçek olamayacak kadar güzel bir hayal bunlar, rüya değil diyorum kendi kendime…
Senin mektubunu sabırsızlıkla bekliyorum. Bana nerede olduğunu, ne yaptığını ve nasıl olduğunu yaz. Seni çok seviyorum ve her zaman seveceğim.
Sevgilerimle, Z.
Zerrin Mehmet’e yazdığı mektuplarda isimleri tam yazmıyor, olurda bir başkasının eline geçerse diye korkuyordu. Mehmet yerine M. Zerrin yerine Z. Koyuyordu.

Üçüncü Mektup..
Sevgili M,
Tam üç sene oldu. Üç koca sene…Mektubumu aynı kovuğa bırakıyorum. Geçen senelerde yazdığım mektupları almadın mı? Yoksa bana yazacak bir şeyin mi yok? Belki yazmak istemiyorsun, her şeyi unuttun, beni unuttun, bu bağ yolunu unuttun, bu taş duvarları unuttun verdiğimiz sözü bile unuttun. Eğer böyleyse Sadece bir kâğıt parçasına Unuttum yaz yeter. Ne olur Unuttum yaz ve içimde yanan bu alev sönsün
Seni çok özlüyorum, M. Belki bir tek ben özlüyorum…
Bu sene de mektubunu almazsam, buraya gelmeyi bırakacağım. Artık umudumu kaybetmek istemiyorum. Ortaokul bitiyor. Annem beni sağlık yüksek okuluna kaydettirmek istiyor. Bizim aşağı sağlık ocağındaki hemşireler gibi hemşire olacağım.  Çok heyecanlıyım.
Sevgilerimle, Z.
Dördüncü mektup:
M,
Yeterince ağladım. Geceleri ağladım, gündüzleri ağladım. Herkes gülerken ben hiç gülmedim, ağladım. Gözlerimin yaşı biter sandım, bitsin diye ağladım. Bana bunu da öğrettin, insan ağlasa ağlasa ağlasa gözlerinden gece gündüz yaş akıtsa insanın göz yaşı bitmezmiş.
Özlem bir taraftan sızım sızım sızlatıyor içimi, merak diğer taraftan yakıyor kalbimi. Sana 4 senedir bir tek mektup bile yazmadığın için çok kızıyorum. Neredesin, ne yapıyorsun? 4 sene geçti insan bir fırsatını bulup gelmez mi? Z. Öldü mü, kaldı mı demez mi? Ailecek gelemiyorsa bir otobüse binip kendi gelmez mi? Biliyorum uzaklardasın, gelemiyorsun, onu da anlamak istiyorum, anlayamıyorum. Seni sorabileceğim hiç kimse yok. Bulsam da bundan sonra sormayacağım.
Artık sana mektup yazmayacağım. Buraya da gelmeyeceğim. Seni unutmaya çalışacağım.
Hoşça kal, M.
Yedinci Mektup:
Mehmet, Babam o kazada öldükten sonra buralarda çok zorlandık, küçük kardeşim çalışmasa, dayılarım bize yardım etmese geçinemeyecek duruma geldik. Az kalsın hemşire okulunu bırakacaktım, bende çalışacaktım. Amcam babamla küsmüştü, okulu bırakacağımı duyunca geldi buna engel oldu. Zerrin sen parayı hiç kaygı etme, sen kardeşimin yadigarısın, gerekirse her şeyimi satar seni ben yine okuturum dedi. Okulumu bitirmem için elinden geleni yaptı. Bu sene tayinim olacak M. Senden hiç mektup alamayınca mektup yazmayı bıraktım iki senedir biç bir şey yazmadım. Yok yok yalan, yazdım ama buraya bırakmadım, neredeyse öteki yazdığım mektupları bile geri alacaktım burada bundan sonraki mektupları bulamazsan üzülme. Annem evlenmemi istiyor, hepsini çeşit çeşit bahanelerle reddettim. Sen orada o koca İstanbul’da Z. ‘imi hatırlayacaksın? Hatırlama…Burada ben yavaş yavaş öleyim de gör sen.
Aklım bana M. buraları, bir birinize verdiğiniz sözü unuttu diyor. Yedi yıl geçti aradan, kos koca yedi sene, ne geldin, ne mektup yazdın, nede benim yazdıklarımı aldın. Ancak kalbim diyor ki M. hiçbir şeyi unutmadı, o hala seni çok seviyor, gelecek sabırlı ol … 
Aklımla kalbimin arasında kalsam da gönlüme inanıyorum, beni unutmadığına inanıyorum.
Mehmet ‘in dizlerinin dermanı kesilmiş oraya yığılmış taş duvarın dibinde, elindeki bu son mektupla ağlıyordu, gözlerinden akan yaşlar yüzünden damlayıp toprağa düşüyordu. Başka mektup yoktu. İyice baktı, yanındaki duvar kovuklarına da baktı, başka bir mektup bulur muyum diye, bulamadı.
On üç sene geçmişti, on üç mektup yerine sadece 5 mektup vardı. 7 inci senede yazdığı Beşinci mektuptan sonra Zerrin mektup yazmamıştı.
Oysa neler olmuştu neler. Mehmetler İstanbul’a ilk vardıkları sene Beyoğlu tarafında Halici gören bir yerden ev tutmuşlardı. İstanbul’u görünce Mehmet şaşırmış kalmıştı.  Koskoca iki kıta, koskoca iki deniz buradaydı. Talas’tan çıkıp Kayseri’ye giderken şehre gidiyoruz derlerdi. ‘’Şehir Kayseri değil burasıymış dedi içinden. İstanbul şehir, Ankara bu şehrin ilçesi. Kayseri de ancak İstanbul’un köyüymüş’’ dedi kendi kendine.
Havası Kayseri’nin o sert havasına bakarak yumuşak, Camileri bir milletin tarihinin yaşayan şahitleri, Ayasofya Fatih’in ve Türk milletinin onur madalyası gibiydi. 
Mehmetler’in iki üç sene çalışıp zorla açtıkları dükkanları soyulmuş sermaye sıfıra inmişti. Kayseri’ye dönememişti, halbuki hayali İstanbul’da çok para kazanmak, her yıl Kayseri’ye ziyarete ve gezmeye gelmekti. Ziyaret dediği  Zerrini görmekti. Babası ve kardeşleri ile hep birlikte, yeniden başladılar gece gündüz demeden birkaç sene tekrar çok iyi çalıştılar, yeni bir mağaza açtılar. Ayakkabı işinde ustaydılar, kendi ürettikleri ayakkabıların yanında başka markaları da alıp mağazalarında satıyorlardı. Bu sefer de ortalığı haraca kesen mafya bunların mağazasına dadanmış para istemişti. Mehmet’in babası bunlara para vermeyi kabul etmeyince kavga çıkmıştı. Üç adam birden babasının üstüne yürüyüp vurmaya başlayınca Mehmet’te kavgaya katılmıştı. Komşu iş yerlerinden esnaf toplanınca Mafyanın adamları tehditler savurarak kaçmışlardı. Ertesi gün iş yerlerinin camları tuzla buz edilmişti. Polis gelip birkaç tutanak düzenleyip ayrıldı. 
Aynı gece Mehmet’in babası tüm aileyi toplayıp dedi ki ‘’Önümüzde iki seçenek var. Birincisi burada kalıp mücadele etmek, kimseye hakkımızı yerdirmeden ayakta durmak, bizden güçlüler diye onlara boyun eğecek olursak hem paramızdan oluruz hem de şerefimizden’’ 

Tüm aile fertleri sus pus olmuş, çıtlarını çıkarmadan babasını dinliyorlardı.
‘’Kendinizden zayıf birinde kendi isteğinizle hakkınızı almayıp bırakırsanız bu şereftir, ancak kendinizden daha güçlü birinde hakkınızı bırakırsanız bu korkaklıktır’’  Haraç vermedik, almadık. Rüşvetmiş vermedik, almadık. Hileymiş yapmadık, yaptırmadık. Bunu ne babamızda ne dedemizde gördük.   Sizlere de bunu göstermeyeceğim, sizde çocuklarınıza bunu göstermeyin’’
‘’Allah’ın yasak ettiği işe yanaşmayın, devletin yasak ettiği işe yapmayın, yapanlar çok kazanıyormuş derler, o anına değil, akıbetine bakın. ‘’
‘’Evlatlarım, babam rahmetli odun alır satardı, bir gün köyden odun gelmiş, git oğlum sen tart dedi. Çuvalları kantara koyduk, bir bir hepsini tarttık. Her torbanın kilosunu yazdım, topladım. Odunları getiren adamla birlikte babamın odasına vardık, kâğıdı uzattım. Babam bir kâğıda baktı, bir bana baktı. Gel buraya dedi. Yanına vardım, bana okkalı bir tokat attı. Bunlar nasıl kilo lan çorapsız dedi. Babam kızınca ağzından kötü söz çıkmasın diye kızdığı kişiye çorapsız derdi. Ne oldu ki demeye kalmadan, kiloları yazmışsın ama gramları yok’’ dedi.

Kollu kantarda kilo yeri yanında gram yeri olurdu, odunun gramı mı olurmuş diye gramlarını tartmamıştım, kantarın başına varıp bu sefer on çuvalın onunu da kilosunun yanında gramı ile tarttım, toplamda iki kilo fark etmişti. O günden sonra her şeyi gramına kadar tarttım, kimsenin bir kuruşunu kesemde bırakmadım. Sizlerde böyle olun. Korkmayın, eğri tartan kendini eğriltir, eksik yapan kendinden eksiltir.  Karanlıkta dağın başında mum yakan olsa köyden gözükür, sizin işleriniz de böyle dürüstlük üzerine olursa hem Allah katında hem kul katında tüm yurdumuzdan karanlıkta yanan mum gibi gözükür’’ dedi.
Sonra ekledi ‘’ İkincisi her şeyi satıp yeniden Kayseri’ye dönmek’’ 
Kayseri’ye geri dönmek bu noktada korkaklığın dik alası olacağından kimse geri dönme fikrine sıcak bakmadı.
Ertesi hafta sabah evden besmeleyle çıktılar, babası imalathaneye giderken Mehmet mağazayı açmaya gitmişti. Mafyanın adamları dükkândan içeri girer girmez Mehmet çekmeceden babasının tabancasını alıp, hiç düşünmeden giren üç adama da sıktı. Birisi ağır, diğeri hafif ikisi yaralanmış üçüncüsü kaçmıştı.  Sonucu karakol, sonucu mahkeme, sonucu ceza evi. 
Mafyanın avukatları mahkemede müvekkillerinin ayakkabı aldığını, dikişleri bozuk olan ayakkabıyı geçen hafta iade etmeye çalışırken Mehmet ve babası tarafından darp edildiklerini, bu hafta tekrar konuşmak için Mağazaya geldiklerinde de silahlı saldırıya uğradıklarını iddia etti. Mafya Mehmetlerin komşu dükkanlarını tehdit etmiş hatta bir tanesi de avukatın iddiasını destekler şekilde şahitlik yapmıştı. Oysa olayın mahkemede salonunun soğukluğunda hakime anlatılanlarla hiç alakası yoktu. 
Mehmet içerideyken bolca okudu, kafese tıkılmış kuş gibi günlerin geçmesini iple çekti. Babası ve kardeşleri çalışmaya devam ediyor, her fırsatta görüşüne geliyorlardı. İşleri de gayet güzel büyüyordu. Artık maddi yönden zorlukları kalmamıştı, imalathaneleri fabrikaya dönüşmüş, yanlarında onlarca usta ve işçi çalışır olmuştu. Ürettikleri ayakkabıları Türkiye’nin dört bir yanında nam salmıştı hem kalitesi hem işçiliği üst seviyedeydi. Sağlamlık konusunda tartışılmaz olduğu kadar tasarımları da modern ve şıktı.
Mehmet’in mahpusluk günleri bittiğinde babası aileyi yeniden topladı. Çok otoriter biriydi, Mehmet ve iki kardeşi babalarının sözünün üstüne bugüne kadar hiç söz söylememişlerdi. ‘’ Ben yarın ölür giderim sizde mal kavgasına düşersiniz, parçalanır yılların emeğini berhava edersiniz, bu olmayacak, şirketten herkese hisse vereceğim. Mehmet abinizin, ikinizden de fazla emeği var, hem bizim işimizi korumak için mahpus yattı, siz olsanız sizde aynısını yapardınız biliyorum ama hisseler yüzde 33 er olmayacak Mehmet’te yüzde 36, sizde yüzde 32 şer hissesi kalacak. İlerde başka iş yapmak isteyen olursa hissesini birbirine satsın’’ demişti... Kardeşleri buna hiç itiraz etmemişlerdi. O gün orada sizlerin hiç hissesi olmayacak yahut yüzde 1 er hissesi olacak dese ona da ses etmezlerdi. 
Mehmet ’’Baba benim Kayseri’ye gitmem lazım ‘’ dediğinde babası ‘’ Hayırdır oğlum, niye gideceksin ‘’ bile demedi, peki git oğlum dedi. Mehmet İstanbul’dan nasıl çıktı Kayseri’ye nasıl geldi hiç bilemedi.
Şimdi burada bu sokakta elinde mektuplar aklında Zerrin yığılmış kalmıştı. En sonunda derin bir soluk alıp Talas’ın o eşsiz havasıyla ciğerlerini doldurdu, ne yapacağını nasıl yapacağını düşündü.
Bağ sokağından kendine gelmiş adımlarla Talas’ın içine eski mahallelerine doğru yürüdü. Zerrin’i bulacak, uzaktan görecek, eğer evlendiyse hiç sesini çıkarmadan dönecekti. Talas’a, Kayseri’ye ne kadar çok bina yapılmıştı. Eski mahallelerinde tanıdık kimse kalmamış herkes binalara taşınmıştı. Bu mahallenin yerlisi olarak ağaçlar ve taş duvarlı eski evlerden başka kimse kalmamıştı. 13 Sene geçmişti aradan, küçükler büyümüş, akranları dağılmış, bazı yerler yıkılmış, yerine yenileri yapılmıştı. Zerrin’in amcası ve babası yeni sanayide araba ustasıydı, o zamanlar dükkanları olduğunu biliyordu. Babası rahmetli olmuştu ama Zerrin amcasından bahsetmişti mektubunda.
Mehmet Zerrin’in amcasını arayacak bulacak, ondan Zerrin’in babasını soracak sonra bir vesile ile de Zerrin’i soracaktı. Yeni Sanayi’ye gitti. Kaportacılar birbirlerini tanırdı.
Mehmet sanayinin girişinde bir kaportacıya ‘’Selam ün Aleyküm’’ dedikten sonra ‘’Ben bir usta arıyorum. Talaslı Mahmut usta, o da sizin gibi kaportacı, dükkanı nerede bilirimsiniz?’’ dedi. O sırada çekiçle önündeki arabanın sol çamurluğunu düzelten usta ‘’Yok bilemedim ama sokağın başında parçacı var, onlar Talaslı, Talaslı Macit usta. Macit abiye sor o belki bilir’’ dedi.
Mehmet Talas’tan çıkıp Yeni sanayiye gelirken yolda bir sokağa sapmış, arabası ile direğin yanına yanaşmış, kapıyı direğe doğu açarak hafifçe içeri çökertmişti. 
Arabanın kapısında düzeltilecek hasar vardı. Parçacıya vardı. ‘’ Macit usta kolay gelsin’’ dedi. ‘’Bana kaportacı Mahmut usta lazım. Bizim Talaslı Mahmut usta’’. Macit biraz düşündü, ha şu bizim Uzunların Mahmut şuradan şöyle git, ilerde küçük bir dönerci var onun sokağına gir, solda, sokağın sonunda’’ dedi. 
Mehmet heyecanla çıktı, tarif üzerine o sokağa girdi, sokağın sonunda üç dört kaportacı dükkanı yan yanaydı, dükkanların önünde duran birisi vardı ona doğru yanaştı ‘’Selam ün Aleyküm, Mahut ustanın dükkanı burasımı ‘’ dedi, adam ‘’ Yok iki yan taraftaki dükkan’’ diye cevap verdi. Sanayi oldukça kalabalıktı, üstü başı yağ içinde çıraklar birbirleri ile şakalaşıyordu.
Mehmet, Mahmut ustayı sonunda bulmuştu. Usta dedi Usta‘’ Aceleyle arabadan inerken direği fark edememişim, yapabilirimsin dedi’’, Mahmut usta hasarı inceledi ‘’ Yaparım, Allahtan yavaş vurmuşsun, göçük olmuş, düzeltirim, bura boya da ister, rötuşla hallolur şu kadar borcun olur, ancak elimdeki arabanın işi bitisin öyle başlarız’’ dedi. Mehmet beklemeye başladı.
İçerden çırak çay kapıp getirdi. Öteki arabanın işinin bitmesini beklerken Mehmet çayını içti. Zaman hiçte geçmiyordu. Kalfa tamiri tamamlanan arabayı dışarı çekip Mehmet’in arabasını içeri yanaştırdı. Mahmut usta işe başlayınca Mehmet arabanın yanına doğru soğuk kanlı şekilde, heyecanını ve asıl maksadını belli etmemeye çalışarak yaklaştı ‘’Usta sende Talaslıydın, değil mi’’ dedi. 
Mahmur usta ‘’ Evet, sende mi Talaslısın? ‘’ dedi. ‘’ Bende Talaslıyım, Çolaklardan  Salih’in oğluyum’’ dedi. 
Mahmut Usta ‘’ Ha sen Salih’in oğlumunsun, İstanbullu oldunuz artık, senin ne işin var buralarda’’ dedi. ‘’Deden Rahmetliyi tüm Kayseri tanırdı. Hacı Muzaffer emmi’’ Babam anlatmıştı. Birinci dünya savaşını kaybedince Suhudlar Haccı Türklere 1948 e kadar yasaklamışlar. Deden Rahmetli yasak masak dinlememiş, Gıranatli Salih ve Zincidereli Ali ağa ile birlikte hacca gitmişler. Bir iki sene sürmüş hacca gidip gelmeleri. Deden rahmetlinin hacdan geldiğini duyunca Kayseri çalkalanmışta herkes hoş geldine varmış yanına. O zaman hacca gitmenin zorluğunu sen hesap et’’ deyip sözlerine devam etti Mahmut usta.
‘’Sen nasılsın, İstanbul nasıl, işleriniz baya iyiymiş duyduğumuza göre. Sizlerden epeydir gelip giden yok, sen hayırdır, iş için mi geldin Kayseri’ye’’ diye sordu Mahmut usta.
Mehmet ‘’ Memleketi ziyarete geldim, bizim eski mahallede, senin kardeşin Latif usta otururdu, komşuyduk, seni oradan hatırladım, buraya ondan geldim, o nasıl, taşındılar mı?’’ dedi.
Mahmut Usta’nın içi acıdı ‘’ Hiç sorma Latif’i trafik kazasında kaybedeli seneler oldu ‘’ dedi.
Mehmet ‘’ Allah rahmet etsin, çok üzüldüm, başınız sağ olsun, peki ailesi, oğlu Murat, kızı Zerrin, onlar da mahalleden benim arkadaşlarım dı, onlar ne oldu, neredeler’’ dedi. Zerrin derken sesi titremişti.
Mahmut usta ‘’Zerrin hemşire oldu, tayini Ankara’ya çıktı. Murat’ı ve Annesini alıp Ankara’ya yerleşti’’ dedi. ‘’ Zerrin evlendi mi? ‘’ diye soracaktı Mehmet sözler boğazına düğümlendi, soramadı, sormazdı, çok ayıp karşılanacak bir soru olurdu. Olsun Ankara’da olduğunu öğrenmişti.
Mahmut kapının ezik yerini ısıtmış o sıra vakumla çektirmeye başlamıştı. Mehmet ‘’ Mahmut usta, ben İstanbul’a giderken Ankara üstü gidiyorum, keşke Murat’ı, Zerrin’i de görebilsem. Sende Adresleri var mı?’’ diye sordu. 
Mahmut usta ‘’ Adresleri yok, ama Keçiören’deler, Osmangazi’de dedi. Murat’ın lokantası var, Lezzet lokantası. Zerrin’de Yüksek ihtisasta çalışıyor ‘’. Çayları bitti, arabanın kapısı halloldu. Mehmet ücreti ödedi ve sanayiden hemen çıktı. Sabahtan beri bir lokma yememişti ama bir an önce Yüksek ihtisasa varmalıydı. Hiç durmadan Ankara’ya ulaştı. Gece saat 23 sularıydı. Çoğu yer kapalıydı ama Yüksek ihtisas açık olurdu. Hastaneye vardı. Danışmadan Zerrin hemşireyi sordu, Zerrin hemşire yarın gelir dediler. Bir otel buldu, sabahı zor etti.
Sabah saat 7 de hastanenin önündeydi. Her gelene Zerrin’ mi diye bakıyordu. İşte orda, gelen Zerrin’di. Zerrinin parmaklarına baktı, evlenmiş miydi? Yüzük gözükmüyordu, içi rahatladı. Zerrin uzaktan birini Mehmet’e benzetmişti, içinden ‘’Hayal de görmeye başladın, afferim kızım, ye kafayı, bir o kaldı kafayı da sıyır kurtul artık ‘’dedi. 
Karşıdaki adam gözünü Zerrin’e dikmiş hiç ayırmadan bakıyordu, ne güzel olmuştu Zerrin. Ölecek gibi oldu. Zerrin başını öne eğmişti, onun da kalbi yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. 
Yanından geçerken, Mehmet ‘’ Zerrin’’ dedi. ‘’ Zerrin, benim Mehmet, geldim bak sonunda, Mektuplarım cebimde geldim, O taş kovuğuna bırakamadığım tüm mektuplar cebimde, 15 mektubun 15 i de yanımda, senin mektupların da yanımda Zerrin’’ dedi. Zerrin de başını kaldırmadan önce Mehmet’in parmaklarına baktı. Yüzük görse direk boğazını sıkacaktı. Yavaşça başını kaldırdı, Mehmet’in gözlerine baktı. Mehmet’e bin yılda gelmesen, seni gene bekleyecektim, ama nerede kaldın ‘’ dedi.
Birbirlerine sarıldıklarında gözlerinden boşanan yaşlarla ikisi birden hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

Mustafa Çimen   


YORUMLAR

  • 0 Yorum